Bu kitabımda ön Türklerin etnolojik izlerini araştırdım. Kültleri inceledim: Dağ keçisi kültü, ateş kültü, güneş kültü, boğa kültü, kurt kültü ve taş kültü; tamgalar, halı ve kilim desenlerini. Ayrıca, coğrafi yer adları, nehir, deniz, göl, kent adları araştırmamda bana ışık tuttular.
Antik Çağ’daki çok sayıda simge “Tanrıya kavuşma ve yeniden doğuşu” ifade eder. İnsanların üremesini anlatan çok sayıda simge anlamları unutularak veya değişerek günümüze gelmiştir.
Tarih yazımında ve araştırmalarında mutlaka göz önünde tutulması gereken hususların başında iklim değişiklikleri, depremler ve salgın hastalıklar gelir.
Bunların ardından toponomi (yer adları), onomastik (İsim bilime dikkat çeken Yalçın Küçük hocamı saygıyla anarım) ve kültürel simgeler gelir. Hâkim devletin, beyin dili ve dinine göre eski dil ve dinlerini bırakmak zorunda kalan halklar bunları, yeni dinlerine ekleyerek devam ettirirler. Türklerdeki “Su kültü” İslam dininde de sürer.
Bir kısım tarihçimizin canı yürekten benimsediği ve artık kalıplaşma haline gelen “Türklerin Anayurdu Orta Asya’dır” söylemi de yeni bilgi ve belgeler ışığında değişmeye başlamıştır. Türklerin ana yurdu, Yukarı Mezopotamya’dan (Musul-Kerkük) başlayan ve Hazar Denizi’ni bir yay gibi kaplayan bölge ve Ural Dağlarının güneyidir. Ön Türk dediğimiz kavimler buradan Hindistan, Çin, Hindiçin’i, Kore ve Japonya’ya kadar uzanan bölgeye göç etmişlerdir. Peki ya batıya olan yolculukları? Sadece Avrasya bozkırlarında mı yaşadılar. Oysa geride bıraktıkları izler Avrupa’nın çeşitli bölgeleri dışında İngiltere, İskoçya ve İrlanda’da karşımıza çıkıyor.
Eskimolarda “Hakan” kelimesi baştaki anlamına gelmektedir. Meksika’da tepe kelimesini “Tepek” olarak görüyoruz. İdil-Ural Türkleri ve Batı Türkistan’da “Ruslan” ismini görüyoruz. Ruslan, aslan anlamına geliyor. Oysa İdil bölgesinde aslan yaşamamıştır. Belki de geldikleri yerlerde aslan yaşıyordu. Benzer izler her gün karşımıza çıkmaktadır. Sibirya’da, Gobi Çölü’ndeki mezarlarda bulunan Avrupai tipteki cesetler; beş bin yıl öncesine ait mezarlarda bulunan bronz ve kemikten süsler kalıplaşmış fikirleri yıkmaktadır. Ön Türklerde gördüğümüz hayat ağacı figürü, kutsal mekânlara çaput bağlama, geyiğe kutsallık atfedilmesi günümüzde de Türkmenler arasında yaşamaktadır. Ön Türklerin kullandığı svastika (gamalı haç) işareti Çuvaş kadınlarının milli giysilerinde görülmektedir. Svastika simgesi ise Truva’da görülmektedir.
Ön Türklerin Dingir ya da Tengir adını verdikleri tanrıyı simgeleyen işaret Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde karşımıza çıkmaktadır.
Don ve Volga civarında bulunan kitabeli su kaplarını inceleyen M.İ. Artamonov, “Su kapları Karadeniz ve Macaristan’ın Orta Çağ göçebelerinde yaygın olan, su veya kımız için kullanılan alışılmış kaplardır” demektedir.
Avrasya ve Ön Asya coğrafyasında Ön Türk halklarının yanı sıra Sami, Kaspi Denizi’ne (Hazar Denizi) adını veren Kaslar ve henüz anavatanları belli olmayan Ariler yan yana yaşıyorlardı. İklim değişiklikleri, su seviyesi değişen veya kuruyan denizler (Afrika’da Sahra, Asya’da Gobi, Taklamakan ve Kızılkum çölleri), göller ve ırmaklar; yeni oluşan denizler, göller ve ırmaklar günümüzde olduğu gibi insanları olumlu ya da olumsuz etkiliyordu. Türklerdeki kutsal geyik figürünü İskandinav topluluklarında görmemiz bizi düşündürmelidir. Bunları ya Türklerin aralarına giren topluluklar getirmiş ya da komşu kültürlerden geçmiş olmalıdır.
Be the first to review “Taşların Yolculuğu”